20 Aralık 2011 Salı

Camın sırrından öteye geçen bakışlarla diyordu ki;

- dinleyip de bunu onunla paylaşmalıyım dediğim şarkılar var...
silmeye kıyamıyorum, o severdi diyorum...

Gerçek o sırlı camın ardında mı kaldı? Bir hapsolmuşluk yada aksine başka bir dünya, sırrın öte tarafı...

Belki de 2 dünya birbirine karışmıştır...

18 Aralık 2011 Pazar

Rüya
Herşey inandığı gerçeklerin arkasında durması ve doğru bildiklerini savunmasıyla başladı. Geçtiği kapının ardındaki güzelliklerin tamamının nasıl çirkinleştiğini gördü. Büyülü kapı umduğu gibi çıkmamıştı. Geçtiği kapıyı gökkuşağının altından geçmek gibi sanmıştı. Tüm dilekleri yerine gelecekti...

Ama...

İlk karşılaştığı ve en çok görüp tanıdığını düşündüğü kişinin yüzünün güzelliğini pençeleri gölgede bırakıyordu. Tırnaklarını çıkarmış elini ona doğru savuruyordu. Neyse ki eğilmeyi akıl etmişti. Bir arkadaşının sözü geldi aklına, o da uzakdoğu felsefesinden alıntı yapmıştı, sana yumruk atmaya çalışan birinin karşısında savunmasızken neden durasın ki? Manevra yap ve kurtul. Doğru zamanda, doğru manevrayla pençelerinden şimdilik kurtulmuştu. İnandıkları ise hala değişmemişti. Değişen manevra yapması gereken zamanı kestirmesi olmuştu. Duruma adapte olma, kabullenme ve olması gerektiği gibi davranma içgüdüsü. Yanlış belki ama şimdilik doğru bulduğu bu yolda yürümeliydi.

Ardından karşılaştığı kişi ibadet ediyordu, secdede kanlı gözlerle bakıyor ve istavroz çıkarıyordu. Bu kişi daha neye inandığını bilmiyordu. Göz pınarlarında kan birikmişti, mutluluk kanları. Kızıl bakıyordu. Secdeden kalkarken de o bakışlar üzerindeydi. Zihni bu kadar bulanık ve örümcek ağlarıyla dolmuş ve ihanet içindeki bir ruh nasıl allaha bu şekilde yönelebilirdi ki? Aynı safta duran yanındakinin de kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Safları sıklaştırmışlar.

Ardından gelen kişi de namaz kılıyordu. Uhrevi insan. Bu defa gözlerin kendisinden kaçırıldığını hisetti. Utanç mı duyuyor demeye kalmadan, ayağının altında ezmeye çalıştığı bir şeyi farketti. Bir mesaj göndermeye çalışıyordu. İbadet anında dahi ince fikrinin içinde dolaşanları farketmek onu da çirkinleştirdi.

Takım elbisesiyle aydınlıktan gelen adamın kafasında garip bir şapka vardı. Şarlatana benzemişti bu haliyle. Yanından geçerken bir anda demirden parmaklar çıkarmıştı tek bir dokunuşla. Pençesini ilk gördüğü güzel kadın gibi ona doğru savurmadı. Pençelerinin olduğunu anlamasını sağlamaktı tek amacı. Zaten takılıp çıkarılabilen bir pençeydi ve zamanı geldiğinde bu pençeyi güzel kadına verecekti. Kendisi elini kana bulamayacaktı. Maşa...

Büzüşmüş garip insanlar vardı sağlı sollu loş bir koridorda. Masum bir kulaktan kulağa oyunu içindeydiler ilk bakışta. Üzerlerinde kir içinde ama cici kıyafetleriyle. Sözler kulağına çalındığında hiç de masum olmadıklarını ve kulaktan kulağa oynamadıklarını anladı. Oynadıkları kendi geleceklerine yaptıkları tuhaf bir çağrıydı, birilerinin üzerinden...O gelecek ayaklarına dolanarak gelecekti.

Korkunç rüyadan uyanmak mümkün değildi, bir karabasan. Zaman zaman uyanıyor, daha uykusunun dağılmasına fırsat kalmadan tekrar uykuya dalıyor ve aynı kabusun içinde buluyordu kendini. Zaman geçmek bilmiyordu. Yavaşladı, bütün dünya neredeyse durdu; dünyanın kendi etrafında dönme hareketiyle gece ve gündüz oluşurdu. Dünya durdu, hep gece oldu...Dönmeye başlasın ve gün doğsun...Güneşi bekliyordu...

Dünya dönmeye başlasın ve güneş doğsun; gün başlasın, tenini ısıtsın...

3 Aralık 2011 Cumartesi

Yıl 2011...
Bir nesil uzay filmleriyle büyürken ve jetgilleri izlerken bu hayallerle bolca beslenmiştik. İnsanlığın yıllardır beklediği rüya gerçek olmuştur. Artık trafiği düzenlemek için kolluk güçlerine gerek kalmamıştır. Hala karayolunu kullanan araçlar kalmış olsa bile hatrı sayılır derecede yüksekten giden araçlar da vardır artık hayatımızda.

Artık bildiğimizi sandığımız hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.

Yükseklerde, başımızın üzerinde göreceğimiz, yer yer başımızı eğerek sakınacağımız tekerler ezber bozar...

Ezberler bozuldu bile...

1 Aralık 2011 Perşembe

Bir iskele...
İskelede yürürken göremediği denize rağmen iskelenin ucuna kadar ilerledi.

Deniz yarım metre kadar aşağıda olmalıydı iskeleden, beklediğinden çok daha aşağıda kaldığı için göremediğini anladı. Ona rağmen iskelenin ucuna kadar gelebilmişti. Denizin suları mı çekilmişti? Yaşadığı dünyada bir isklenenin bu kadar yüksekte kalması olası değildi. Arkadan bir ses dedi ki; "sular çekildi, gel-giti bekle, o zaman sular yükselir."
Yaşadığı dünyada gel-gite ayda bir kere rastlanır, bir ay bekleyecek miydi? Sanki düşüncelerini okuyordu arkadaki ses, "hayır" dedi, "bu dünyada gel-git üç günde bir olur, üç gün bekleyeceksin."
Çok geçmeden arkadan geldiğini sandığı sesin, içinden geldiğini anladı. İç sesi dalga mı geçiyordu, üç gün de nereden çıkmıştı. Burası hangi dünyaydı hem?
Yabancısı olduğu bir dünyada üç günde bir olan gel-gitin fikriyle başbaşa denizin engin ufuklarına dalmayı bekledi, deniz bulunduğu noktadan çok aşağıda kalmışı.

27 Kasım 2011 Pazar

Commodore 64 olasım geliyor bazen, kesişmeyen çizgiler üzerinde kafa ayarımı yapasım geliyor.

Birileri soruyordu, birileri cevap veriyordu, birileri dinliyordu, birileri kaleme alıyordu, birileri okuyordu;

Soru : Gün içinde bozulan kafa ayarını tutturma isteği kaç kere yokluyor?
Cevap : Şu sıralar çok fazla nedense...
Soru : Hangisi? Kesişmeyen çizgiler mi, kafa ayarı yapma isteği mi?
Cevap : Her ikisi de...

20 Kasım 2011 Pazar

Tetris oynamak zihni bir süreliğine meşgul etmeye yetebiliyor. Bir neslin dönemine damgasını da vurmuştur. Commodore 64' te, grafiklerinin henüz ne kadar da kötü olduğunu bilmeksizin (henüz daha iyisini görmemiştik), keyifle oynardık çocukken, bir de kafa ayarı yapılırdı. O kafa ayarını tekrar yapabilmeyi isterdim. Çizgiler üstüste gelmeli, birbirlerine de paralel, asla kesişmesin, kafa ayarı tutmazsa tekrar yaparsın. Zahmetli ve zaman alıcı bir süreç, üzerine dakikalarca oyunun yüklenmesini beklemek de cabası.
Çok değil kısa bir süre sonra amiga 500 ile tanışıyorduk, hız ve disket teknolojisi giriyordu hayatımıza ve alabildiğine virüs :) İanılmaz grafiğine arka planda Rusya'dan görüntüler ve eşsiz Rus klasik müzikleri eşlik ediyordu oyuna. Commodere'dan sonra grafiği eşsiz gelmişti tabi, pentium çıkana kadar. 70'lerden sarkarak gelen, 80'lerin özellikle filmlerine konu olan çekişmeler tabi ki oyunlara da yansıyacaktı, tetriste en son bölümde blokların düşüşü hızlanır, arka planda uzaydan bir görüntü gelirdi, ABD-Rusya çekişmesine gönderme. Çocuk aklı o zaman sadece düşen blokların peşinde, ne bilsin?
O zamanlar biz çocuk aklımızla yapmak istediğimizden emin olduğumuzdan, bilgisayar bize hiç sormazdı "yeni bir oyuna başlamak istediğinizden emin misiniz?" diye. Şimdi mütemadiyen bu soruyla karşılaşıyorum, en çok da yeni bir oyuna ve emin misin? kısmına takılıyorum. Cümleyi kendi içinde defalarca öğelerine ayırıyorum. Neye? yeni bir oyuna. Ee tamam da niye? Bu soruya yanıt veremeyen bir cümle yapısıyla başım derde giriyor.
Bugün bilgisayarda hangi işlemi yapmak istesek "emin misin?" diye sorma gereği duyuyor. Sürekli kendisinden şüphe etmesi gereken bir nesil mi yetiştirmeye çalışıyorlar. Volswagen'di galiba, Bill Gates'e şöyle bir cevap vermişti zamanın birinde, bizim arabalarımız kaza tehlikesinde hava yastıkları açılırken emin misin? diye sormuyor en azından.

Yeni bir oyuna başlamak istediğimizden emin miyiz? Peki, niye?

19 Kasım 2011 Cumartesi

Tanımlanmış alan ve zamanlar içinde dönüp dururken hayat ve ansızın tanımsız bir şekilde karşısına çıkan biriyle kurduğu sohbet, onu hiç ummadığı yerlere ve zamanlara götürecekti. Bunlardan habersiz bir köşeyi döndü, sonra bir başka köşe daha ve bir başkası...Köşeler arttıkça keskinleşti hatlar, konuşmalar, davranışlar. Yer ve zaman değiştikçe değişti, gitti geldi, gitti geldi, farklı zamanlar ve yerlere.

Tazecik döndüğü bir köşenin ardından söylediği cümlenin altında bir anda ezildi. O cümlenin şahin bir arabadaki mavi neon ışıklar ve ön konsüldeki peluş örtü gibi duracağını düşünememişti. Böyle anlaşılacağını düşünse asla öyle bir cümle kurmazdı, kuramazdı. Bu cümle yaşadığı dünyaya ait değildi ve olamazdı. Yaşadığı dünyayı mı anlayamamıştı? Zaman zaman bir şeyleri yanlış anlayabiliyor ve yanlış kanaatler geliştirebiliyordu, aslında olduğu yer, sandığı yer değil miydi yoksa? İrkildi bu düşünceyle. Kendini kendiyle kandırılmış hisetti. Oyun evrenine hoşgeldin. Tüm bir yaşam, kendi kendisiyle oynadığı kuralları kötü, bozuk, yanlış bir oyuna dönüşmüştü.

Başka bir zamanda, başka bir yerde, başka biri olmak istedi...

18 Kasım 2011 Cuma

Bildiğinizi düşündüğünüz herşeyi bir kenara bırakın.
Bu hayat;
makine örgüsü yeşil bir kazak ve üzerine bir deri monttan ibaret.
Biraz sakal, biraz küpe, biraz göz makyajı...
Fazlası değil, hayatı bu kadar basit algılayıp, bu kadar basit yaşayabilmekte...
Zaman zaman arabesk, zaman zaman entellektüel...

Biraz ben, biraz sen, biraz o, biraz başkası olabilmek belki de...

17 Kasım 2011 Perşembe

Biraz ben oldum, biraz başkası, biraz o...
Bakarsın bir gün birine bir faydam dokunur...
Biraz o olurum, biraz ben, biraz başkası...
Bakarsın bir çocuk olur, eteklerimden çekiştirir
Biraz o olurum, biraz ben, biraz başkası...


Biraz ben oluyorum, biraz başkası...biraz o

3. tekil şahıs gibisinden...

7 Kasım 2011 Pazartesi

En uzak iklimlerin en soğuğunu getir...

Sevgili Şule'den geldi bugünün sözü "kırılganlığın senin gücündür" pina bauch...
Tıpkı Nietzsche'nin söylediği gibi "beni öldürmeyen acı güçlendirir"

Bu sözlere şu müzik eşlik etsin, kanın soğuk yüzü ile Dexter'ın karanlığının sıcak yüzü içinizi ısıtsın...
http://www.youtube.com/watch?v=kGAI0qLQw2E&feature=results_video&playnext=1&list=PL04F828AC003D5731

Çok uzak değil bizim evin bahçesi...Bir asma dalı, bir bahçe duvarının demiri, biraz kir...biraz net alan derinliği, biraz konuya yaklaşmak, biraz kontrast...
Artık nesneleştiği görüntü içerisinde gösterdiklerinden farklı; asmanın huyudur sarılmak, sarmaşıkgillerin özelliklerini taşır, meyvesi de vardır, insan tarafından tüketilebilir ve hatta dönştürülebilir. Sağlamdır ve de esnek; çocukluğumdan anımsıyorum, salıncak gibi kullandığımız büyükçe bir asmayı, o da yanındaki büyük ceviz ağacına sarılmış, onunla yaşardı...Seçtiği eş duruma göre değişir; ilginç, yeri geldiğinde doğadan, kendinden bir parçayken; yeri geldiğinde insan eliyle yapılmış tamamen yapay bir parça da olabilir. Ne değişir? Asma hala bildiğin asma, esnekliğinin altını çiziyordur belki bu tutumuyla...

"O"... 

6 Kasım 2011 Pazar

Bildik günlerden biri daha yaşanıyordu, tanımlanmış alanlar ve tanımlanmış zamanlar...

Sifonu çektiğinde oraya ambalajıyla birlikte attığı kahveyi unutmuştu, tıkanan klozetle birlikte taşan suyu hükümsüzce izledi...Ayaklarına kadar geldi, suyun içindeydi artık, su berrak görünüyordu ama taştığı yeri düşününce içi almadı bir an. Geçmişin karanlığı gibiydi. Karanlık yanına baktı, bir de suya. Su berrakmış gibi yapabiliyordu en azından, laboratuar incelemeleri her ne kadar da aksini söyleyecek olsa da...Karanlığını bir laboratuara gönderse içinden neler çıkardı acaba? 

Su gibi maddenin bir hali olmak istedi,
akıp gitmek istedi,
kimsenin ayağına dolanıp kalmadan...

"O" öznesi...

4 Kasım 2011 Cuma

huzur çok uzaktan değil yakından bir yerden geliyor...

http://www.youtube.com/watch?v=wEcEjNsn1Io

Gönül diyor kaçanı kovalarmış yada bir güvercin misali, bırak gelirse senindir gelmezse zaten hiç senin olmamıştır klişeliryle yaşıyoruz hayatı. Bu hayatın başka gerçekleri de var, fısıltı halinde; duyamazsın bile...Sessizliğe gömülüpte fısıltıları duymaya başladığında gerçekler gelir seni bulur. Ve sıra gelir gerçek nedir? sorusunun yanıtını bulmaya. Öğretilmiş değil, ezber bozanlarda gizil güçler...Ezberi bozmaya geldim, bozuyorum, büyüklerimden birisi (ne kadar büyümüş olsam da hala benden büyükler var) asi olduğumu düşünüyor, kuralları bozmaktan başka bir şey bilmez misin? diyor...Kurallar kurulmuş olmakla ilgili, bir makine olmalı kurulabilmiş olmak için. Geçtiğimiz günlerde çocuklar için oynanan bir oyuna eşlik ettim, grup yetişkindi, oyun çocuklar içindi, hepsi birer kurmalı oyuncaktı ve kendilerini kurarak müzik eşliğinde oldukları oyuncağın hareketlerini yapıyorlardı. Öğretilmiş, kodlanmış hareketler. Özgün olmak nerede? yada kendi ifade dilini geliştirmek?...

Perdeler çekildi...Sokak lambasının ışığı vuruyor ardından...Platon'un mağara alegorisindeki gibi bir görünmezlik ve bilinmezlik vuku buluyor çekilmiş perdenin ardında...Yerinden doğrulup perdeyi açıp bakamıyorsun ardında ne olduğuna...Tembellikten mi? güvensizlikten mi? kendine çok daha fazlasıyla güvenmekten mi? egon mu? aymazlık mı yoksa? Hareketsizliği sağlayan her ne ise, çekilmiş perdeyi gecenin karanlığında bilinmezliği ile bırakıyor, gerilerde bir yere...

3. tekil..."O" öznesi...oldukça gizli...

3 Kasım 2011 Perşembe

Negatif mi? Pozitif mi?
Fotoğrafın tüm dilleri hayata dair izler içeriyor. Terminolojide bile bulabiliyoruz. Şu fotoğrafa baktığımda ruhumu görecekmişim gibi hissediyorum, içimden geçip dışıma çıkacakmışım gibi. Uzamda kapladığım yer şu negatif görüntüde görünenden fazlası değil. Fotoğraf nesneleştirir der ya Susan Sontag, haksız da değildir bir yerde, bir görüntü olarak nesneye dönüşmek hiçliğe giden yolda ilk adımdır belki de...

Bir neslin hiç fotoğrafının olmadığını düşünmek ürkütüyor bazen beni, Hayatın Tuzu filmi geliyor aklıma, tüylerim ürperiyor...Ölmüş bir küçük kızın hiç fotoğrafı çekilmemiştir o güne kadar, ailesinin elinde ona dair hiç bir görüntü kalmamıştır. Köyün imamı bütün ülkede kıza benzeyen bir yüz bulmanın arayışına girer, fakir aileye bir teselli olsun ister.

Negatif mi? Pozitif mi?
Hem negatif,
hem pozitif...

Gerçek bir 3. tekil şahıstan...O gizli öznesine, bu gizil nesneden....




21 Ekim 2011 Cuma

"Şu dünyada altı kişiyiz" diyordu izlediğim bir kısa filmde (Süpermen Çinko Getir, Kemal Göztepe, http://vimeo.com/1035820), gerçek bir bilir kişi. "Sen, ben, o, biz, siz, onlar" olarak sayıyordu...Her biri çarpı bir milyar, eder sana bir dünya insan...

3. tekil şahıs "o" kişisini gösterir. "O" olursun. Bu hayatta ben, sen, biz, siz, onlar olmadan "O" olabilmek ne büyük lütuf olmalı. "O" olabildiğinde dünya "O" nun gözünden gelmeye başlayacak. Kendi gözlerinden gördüğün dünyadan başka bir dünyada, başka bir boyutta, başka biri olabilmek...

O-ldu mu? O-lmadı!

Gerçek; 3. tekil şahıs...
İçimizde bir yerde, yürek dediğimz yerde taşır dururuz kaygılarımızı. Oradan ceplerimize neden alamayız ki? Bahar geldiğinde, kışın soğuktan çıkaramadığım ellerimi çıkarırken rüzgara salıversem bu kaygıları. Kurtulurduk içimizde bir yerlerde taşımaktan ve aynı yollarda yürüyüp de yorulmaktan.

İçimizde bir körebe, bir saklambaç oyunu oynanır durur. Kendimizi kendimizden sakladıkça körebe olmaktan kurtulamayız ve sürekli sobelenen olmaktan da...

Gerçek; 3. tekil şahıs...
fotoğraf nesnesiyle nedensellik bağı olan...bağı kuran ışık, bir enerji şekli
ışığı görür, yürürsün, yürümene enerjiyi verir, nesnenden gelen ışık yol gösterir, zaman zaman adı fotoğraf olur...
diğer zamanlarda gerçeğine dönüşür...nesne ışık vermiyorsa yolunu göremez olursun, aldığın enerji içinde kalır, yalpalayarak da olsa karanlık yolda yürümeye devam edersin...
adı fotoğraf olur, adı "an" olur..zamanın içinde bir yerde dondurmuş bırakırsın...Barthes olursun, Barthes gibi düşünce olursun...

düşün!

gerçek; 3. tekil şahıs...

12 Ekim 2011 Çarşamba

Bildiklerimizi bilinmez hale getiren görüş açımız. Objektif, tarafsızlığı da ifade eder ve bakar, biz ise görürüz. Bu yüzden objektifin bir bakış açısı, bizimse görüş açımız vardır. Anlam olarak görüş sadece bakmaktan bahsetmiyor, sahip olduğumuz fikirlerle hayattaki duruşumuzu da ifade ediyor. Beynimizi biraz aşağı eğdiğimizde bütün dünya değişir...Objektif bakmaya devam etsin...Görüşlerimiz ise eğilerek arz-ı endam etsin...Bu da bize kalan fotoğraf olsun, Seğmenler'den...

10 Ekim 2011 Pazartesi

Ambalajıyla birlikte çöpe atılmayı düşünülen kahve kurtarıldı mı? Bilinen bir gerçek vardı ki, başka ellere gitmeyecekti ve durdukça bayatlayacaktı. Açıp içmek gerek diye düşündü. Etrafta kesici bir şeyler aradı, bir kahve ambalajını açmak bu kadar zor olmamalıydı.

O kahve çöpe gitmedi, içilemedi de...

Henüz...

5 Ekim 2011 Çarşamba

lavaboya baktı, çöpe baktı...o kahveyi hangi kanalda öğütüp yok edeceği bir anda önem kazandı. lavaboya döküp suya karıştırmak ve ambalajını çöpe atmak mı? ambalajıyla birlikte hepsini çöpe atmak mı? ambalaja baktı, içini boşaltmaya değer miydi? eni konu kahve, temsilde hata olmaz; ambalaj iyiydi, içindeki kahvede fena sayılmazdı, suya katıp şehrin kanalizasyonunda özgürleştirmek ve ambalajı bir kenara atmakla, ambaljla birlikte içinde fena sayılmayacak kahveyi hiç açmadan çöpe atıp başka ellere geçmesini sağlamak arasında anlık bir bocalama yaşadı...

ne mi yaptı?

bir bilene sormalı...

yazan dışarıdan 3. tekil...yazılan dışarıdan; 3. tekil...  

29 Eylül 2011 Perşembe

Küçük kız hiç de aklında yokken bir ajanda buldu ve yazmaya başladı...
Yazdıkça yazdı...
Çocukluk arkadaşları oldu bu küçük kızın, şehir dışından, onlarla mektuplaştı. Bu arkadaşlarından bir tanesinin ilkokul öğretmeni olan babası gizlice mektupları okumuştu. Bir yaz tatilinde kendisini de şu cümleleriyle ele vermişti, "ifadelerin ne kadar da güçlü!". Küçük kız mektuplarının okunduğunu öğrenince çok üzülmüş bir de Ahmet amcasına kızmıştı.

Yıllar sonra Ahmet amcasıyla birlikte balkonda oturup çay içerken bunları anımsayıp birbirleriyle dalga geçmiş, bir hayli de gülmüşlerdi.

Ahmet amca, canım amcam, toprağın bol olsun...

28 Eylül 2011 Çarşamba

seri katiller...seri seri katiller, katlederler...

Seri katilleri incelemeyi severim, bir de bu konuda eleştirilirim; kan, vahşet, eziyet, işkence gelir akıllarına...vahşetin, eziyetin, işkencenin alası burda. Kim ki beni eleşirmiştir en büyük de eziyeti etmiştir. Seri katiller anlaşılabilir kimlikler değiller, peki ya olmadıklarını sandıklarımız ne kadar anlaşılabilir ki...eziyetse eziyet, vahşetse vahşet, işkenceyse işkence, alası burda...

Birbirimize eziyet etmeden dokunabildiğimiz anlara...

27 Eylül 2011 Salı

bu ne kalablıktır böyle, her yerden bir ses geliyor...kıyamet gibi...öylece dursam susarlar mı?

bir de nerede şu geçmişim? bulamıyorum bir türlü...insan geçmişini böyle sıkı sıkıya neden saklar ki!

22 Eylül 2011 Perşembe

Palamutbükündeyiz..
Tatilin keyfini öğlen sıcağında tavla oynayarak taçlandırıyoruz
İdil oyun olur, mars olur geyiğine başlıyor...Derin felsefe adamı kendisi
O günden bu yana bu derin felsefeye bağlanıyorum...
Her ne yana baksam oyun oluyor, sık sık da mars oluyorum...

Bir sosyal gözlem esnasında oluşumun sonuna "oyun olur" demek ile "mars olur" demek, durumun gerçeği ile kaşılaştırıveriyor...

Deneyin...canınızı acıtacak
Deneyin...seveceksiniz
Deneyin...kendi hayatınıza uygulamaya başladığınızda durumlara kendinizi mahkum etmediğinizi göreceksiniz, şayet mars olmak istemiyorsanız

17 Eylül 2011 Cumartesi

Fotoğraf Üzerine - Susan Sontag

Susan Sontag tarafından yazılan Fotoğraf Üzerine'nin yurt dışındaki ilk baskısı 1973'tür. 2008'de Türkiye'de Agora Kitaplığı'ndan Türkçe olarak basılmıştır.
Aktivist bir yazar olan ve belki kitabın bir yerinde rastladığım veya bir başka kaynakta okuyup da şimdi anımsayamadığım, "ben hayatımda hiç fotoğraf çekmedim, bir fotoğrafçı da değilim" derken, fotoğraf literatürüne de hatrı sayılacak bir yazın bırakmış bir yazar olarak tanırım kendisini.
Kitap Platon'un mağara alegorisiyle başlar. Bitişi de ele aldığı noktadandır. Daha ilk on sayfasında aslında kitabın manifestosunu da fısıldar kulaklarımıza.
"Fotoğraf toplamak, dünyayı biriktirmektir" der ve devam eder...
"Bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir" der ve devam eder...
"Fotoğraflar bize kanıt teşkil ederler" der ve devam eder...
Fotoğrafın hayatlarımızda bu kadar çok yer kaplamasını psikolojik ve sosyolojik açıdan incelerken okuyucuyla tartışır, bir yandan da kendisiyle...
Literatürde uzun zaman ayırarak bulunabilecek fotoğraf tarihine dair bir çok bilgiyi, klasikler olarak adlandırdığımız isimler ve onların fotoğraflama kültürleri ve şekillerinden bahseder uzun uzun, doya doya okursunuz. En çok Diane Arbus 'tan bahsettiği satırlar etkilemiştir beni. (ek bilgi yer yer gerçek yaşamına da gönderme yapılan Fur filmi de yine Diane Arbus'u konu etmiştir kendisine. Steven Shainberg - 2005)
Kitaptan;
"Çocukken bana acı verdiğini hisettiğim şeylerden birisi, asla bir zorluk çekmemiş olmamdı. Bir gerçekdışılık duygusunun içine hapsolmuştum sanki...Ayrıca, bağışıklı bir hayat sürüyor olma duygusu da -ne kadar gülünç görünürse görünsün- bana acı veriyordu"... Arbus'un deneyim edinme ve bu suretle gerçeklik duygusunu yakalama yolu, fotoğraf makinesiydi. sayfa : 53
Kitap 6 ana başlıkta toplanmış; başlıkları dahi ilgi çekmeye yetebilir
Platon'un Mağarasında
Fotoğraflardan Bakınca, Puslu Görünen Amerika
Melankoli Nesneleri
Görüşteki Kahramanlık
Fotoğrafın Getirdiği Müjdeler
Görüntü-Dünyası
Kitabın toplam sayfa sayısı 241 (Walter Benjamin anısına Fotoğrafla İlgili Özlü Sözler bölümü dahil)
Fotoğrafın tekniğini öğrenmiş, artık bu konuyu bir başka noktaya taşımanın zamanıdır diyenlerin kitaplığında bulunması gereken kitaplardan birisi.
Son bir yıldır kitabı elime almadığımı farkettim geçtiğimiz günlerde derse götürmeye yeltendiğimde. Bir anda kitabı yeniden okumaya başlamış ve 20. sayfasına gelmişken buldum kendimi...(satırlar arasında dolanırken ve fikirler uçuşurken 20. sayfanın ne büyük lütuf olduğuna siz de hak vereceksinizdir sanıyorum).
Sizin de kendinizi bu kitapta kaybetmeniz dileğiyle...

 
 
 

4 Eylül 2011 Pazar

Bir telaştır gider, herkes dijital bir sensöre güzel bir iz bırakma çabasında...
Kimisi en alıcı bakışıyla, kimisi en masum, kimisi en doğal. Kimisi içinde bulunduğu ruh halini yansıtma çabasında, kimisi ardına güzel bir iz bırakma...
Peki kime "güzel" görünmek için bütün bu çaba?

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Yakınlarımızda bir yerlerde ölümü anımsatan bir olay yaşanıyor. Ölüm hafızalarımızda canlı, bir gün hepimizin başına gelecek. Ne için bütün bu yapılanlar, yaptıklarımız? diye sorgulatıyor...Somali bizden uzakta, üzülüyoruz belki ama şu an içinde bulunduğumuz ruh haline bizi ancak yakınımızda yaşanan bir olay taşıyabilirdi, taşıyor da...Olay etkisini yitirnce unutacağız. Yine kaldığımız yerden devam edeceğiz savaşlarımıza.

Beşer aklı unutmakla kusurludur.

23 Ağustos 2011 Salı

Bir kaç gündür Bruce Springsteen dinliyorum, ain't good enough for you..

Hayranlıkla aşk arasında büyüleyici bir duygu yaşatıyor parçanın solisti. İşini iyi yapan, buna gönül vermiş bir ses kulaklarıma fısıldıyor her gün aynı şarkıyı. Koro veya arka vokal mi demeli?, soliste olan güvenle yer yer eşlik ediyor. Bir tek vücut oluyor şarkı bir anda. Aralarındaki, güvene dayalı, aşk değil de nedir ki? Bu yüzden bu çatlak sesin sahibine vuruluyorum...

20 Ağustos 2011 Cumartesi

birini anımsamak ama mekan ve zaman belirleyememek

Biriyle karşılaşırsın, tanıdık gelir. Anımsamaya çalışırsın. Düşündükçe yaklaşmak yerine uzaklaştığını hissedersin.

Tanıdık gelen bu yüz aslında sadece fotoğrafını gördüğün biriymiş! İlginç...

Ansızın düşüverir aklına, onu sadece bir fotoğrafta gördüğün. Anımsamanın bu kadar uzun sürmesi, tanıdık yüzle karşıalştığın o ilk anın,  somut bir iletişimi içermiyor olması, mekan ve zaman bilgisinin olmaması beyninin sana oynadığı bir oyun. Onunla herhangi bir "an"ı biriktirip, kaydetmemiş olman...

Garip.

13 Ağustos 2011 Cumartesi


Bir hikayem vardı, sonu hep iyi biterdi. Kahramanların hepsi benim gibiydi. 
Bu hikaye gerçek oldu, kahramanların hiç birisi benim gibi değildi. Sonu hiç iyi bitmedi.

Bir hikayem var. 
Kahramanlardan her biri herkes gibi. 
Sonu henüz gelmedi...

12 Ağustos 2011 Cuma

Son bir cümlenin üzerine, gözlerinden karanlık bir bulut geçti. Gözlerinden yaşı gördüm. Yaşanmışlığı ve eksik kalmışlığı. "Yaş" diyordu, "çok biliyor musun?"

Biliyordum...

Bildim...

11 Ağustos 2011 Perşembe

Rüzgâr yine geldi,
Islaktı
"Yağmur", dedi.
"Farketmez", dedim.

"Gel", dedi.

Islanmaya gittim...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

bir sonraki sayfaya geçmekten korkuyorum
sanki,
geçersem;
geri döndüğümde,
bilgiyi,
bıraktığım yerde
bulamayacakmışım gibi geliyor...
garip

29 Temmuz 2011 Cuma

Rüzgâr diyorum!
odamın penceresinden girerek
orada olup olmadığımı kontrol ediyordu
orada olduğumu tenime dokununca anladı!

Gel dedi,

ben de

gittim

12 Temmuz 2011 Salı

Bu dünyada ölüm diye bir gerçek var...
Bir gün olume gideceğim, yanimda sadece söylenmemiş sozlerim ve yapmadiklarim, yapamadıklarımla. Geriye, soylenememişlerin zenginliğini bırakacağım ardımda kalanlara. tıpkı bugun benim söyleyemedıklerımin zenginliğinde olduğum gibi.
Gulumseyerek selam veren yuzuyle anımsyacagım onu.

Geriye kalanlar
gidecek evrak var mi?
Yok MUrat , saĞol

Bu evrak bizim değil eczanenin
Gozume perde indi goremiyorum nereyi ımzalayayım , gostermeye
.çalışacaksı

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Fotoğraf : İdil Aker

Şehir bize sunulan bir simülasyon. Çıkıp gitmek gerek zamanı geldiğinde...
Simülasyon evreninde, kendi simülasyonlarımıza kanıyoruz.
Olmayanı oldurtuyoruz kendimizce...Var mı? Yoksa hiç olmuş muydu?
Olmayana yenik düşüyoruz. Bize sunulan simüle edilmiş bir dünyanın içinde, bir simülasyon da biz kurmuş oluyoruz ve nicelerini de...Her insan bir dünya, her dünya bir simüle...

"Dışarıdan"

3. tekil...

Sekiz dakika boyunca...

Kulağımda bir şarkı,
derinden içli çalıyor...
Metroya bebek arabasıyla bir adam biniyor, arabada 3 yaşlarında bir çocukla...
İzlemeye koyuluyorum sessiz ve bu fotoğraf hiç çekilmedi diye düşünüyorum. Bebek arabası gri renkte, rengi bozlaşmış, ön tekerleri kendi etrafında 360 derece dönebilen türden, her an dönecekmiş gibi kıvrımlı duruyor. Yer yer kırmızı şeritleri var, griye en yakışan renk hala kırmızı...
Bütün bir dünyayı 3 yaşlarındaki çocuğun gözlerine hapsediyorum yol boyunca.
Bakışlarını benden yana hiç çevirmiyor. Babası olduğunu düşündüğüm kişiyle olan yolculuğunu izliyorum, bir ömür sürecek, ve elindeki oyuncağına olan ilgisini...
Kulağımda bir şarkı,
derinden çalmaya devam ediyor...
Şarkıyı edindiğim kişiye dönüyorum,
bir ömür sürer mi? ve elimdeki olmayan oyuncağıma bakıyorum...
Şarkı başa sarıp çalmaya devam ediyor...

19 Haziran 2011 Pazar

kalabalığın içinde yalnız...
eğri de olsan tek bir ağaç
dışarıdan baktığın
ama ait olduğun dünyada!

31 Mayıs 2011 Salı

Gitmek mi zor, kalmak mı?
Kalıp da, gitmeyi düşünmek ve gidememek mi yoksa...
Ön plandayım
                                                      ve düşüncelerim kadar netim,
                                                                                                                 gitmedim...
Duruşum aklımın gitmekte kaldığını fısıldıyor...

Biliyorum,
Baktıkça etkileniyor
Gitmedin diyorsun...


4 Mayıs 2011 Çarşamba

Tezer Özlü - Yaşamın Ucuna Yolculuk



İnsanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiçbir değeri yok ki. Bırakıyorsun insan onları kendiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.

1 Mayıs 2011 Pazar

sıradan bir başka gün...
gülümseyen yüzüyle karşılayan teyze
görüntüsünün alınmasına karşı değil
ancak kıyafetinin uygun olmadığını düşünüyor...
biz neyin peşindeydik?

biz ne veriyoruz, onlar ne istiyor

Sıradan bür gün...
bir sınav sabahı...
kendi içlerinde güvenlik çemberlerini delemkten bıkmamış olan bir grup, sınavda artık kişileri, hakları veya güvenliği korumak yerine kağıt parçacıklarını korumaya almışlar...
aracınızın anahtarını dahi bırakabileceğiniz bir görevli bulamıyorsunuz o kadar kişinin arasında...
çünkü onlar mal veya can güveliğinde değil, kağtıların peşinde...
grubun dışındaki grup buna daha hevesli ve işlerini de layığı ile yerine getirebilecek kadar sorumluluk sahibi...
önemli olacağı düşünülecek bir sınava aracınızın anahtarını hiç tanımadığınız ellere teslim ederek giriyorsunuz...birileri tereddüt ederken birileri tereddütsüz bırakıyor.
sınav çıkışında hala aynı yerde duran ellerin sahibine hala aynı yerdesiniz dendiğinde , kurduğu tek cümle yetiyor

- söz vermiştim!!!

söz verdi ve yerine getirdi...dışarıdaki grup!!!

1 Şubat 2011 Salı

bir yüz var;
gergin
fotoğrafını çekenin
ilgisinden hoşlanmakta; ancak henüz o duygularla ne yapacağını bilemeyen yüz;
gergin
hayatının geç kısımlarında öğrenmiş ilgi çekmeyi bu yüz;
gergin
kocaman bir gülüş yerleşmiş yüzüne
gergin
baktığınız bütün fotoğraflarında doğal olan gülüşü;
gergin
gülümsemesinden bakışlarına yayılan;
tedirginlik
....
diğer fotoğrafları;
gerileceği bir başka yüzle yüz yüze gelmeden çekilmiş;
rahat
duyguları;
rahat
o duygularla ne yapacağını biliyor;
rahat
onlar dostları;
rahat
onlar arkadaşları;
rahat
onlar kuzenleri;
rahat
onlar; ilgilerine sahip olsa dahi
bilinen anlamda aşkı yaşayamayacağı olanlar;
!!!!!
iki fotoğraf arasındaki fark
rahat,
gergin,
tedirgin;
!!!!!