24 Aralık 2012 Pazartesi


- Çeçenistan Grozni'de bir minibüs, şoförün adı Musa.

Şöyle yazıyor;

"Yaşlılar, çocuklar ve sakatlar için, bunun yanında kim parasını evde unuttuysa ya da parası bittiyse seyahat ücretsiz!

Ayrıca hastaneye yakınını görmeye giden ya da cenazeye
başsağlığına giden ve Hac görevini yapanlar için de ücretsiz."

En altta da şöyle yazmış;

"Hiç kimseye bir şey açıklamak zorunda değilsiniz, bindiğiniz gibi, sessizce inin ve gidin."
- Çeçenistan Grozni'de bir minibüs, şoförün adı Musa.

Şöyle yazıyor;

"Yaşlılar, çocuklar ve sakatlar için, bunun yanında kim parasını evde unuttuysa ya da parası bittiyse seyahat ücretsiz!

Ayrıca hastaneye yakınını görmeye giden ya da cenazeye
başsağlığına giden ve Hac görevini yapanlar için de ücretsiz."

En altta da şöyle yazmış;

"Hiç kimseye bir şey açıklamak zorunda değilsiniz, bindiğiniz gibi, sessizce inin ve gidin."





Facebook bugün bununla beslendi. Bol bol paylaşıldı. Buradan yazmak istedim bende.

Sessizce okuyun ve gidin :)
 

21 Aralık 2012 Cuma

Artık zamanın ta kendisiyim
dedi
Akıp gidiyorum
dedi
Zaman'la geçer 
dedi 

Kendiliğinden zaman'la'ma ayarı çalışmaya başladı..Az sonra sahne donacak, hayat farklı zaman ve mekanlarda kaldığı yerden devam edecek. 

3. Tekil..."O" oldu

18 Aralık 2012 Salı


Veda!

Bir daha karşılaşmama ihtimaline karşı söylenmiş bir kaç cümle vedayı anımsatıyordu.

           -Az önce önünden geçmişim farketmedim. Nasılsın? Geçmiş olsun hastaymışsın.

Cevap vermesine fırsat bile vermeden ard arda sıralanan vedalar...

Belki bir daha karşılaşamayız düşüncesiyle ayrılış...

Tekrar karşılaşma, bir başka "geçmiş olsun" vedası.

Geçmiş ola!

3. Tekil...

2 Aralık 2012 Pazar

Dinlenesi...

http://www.youtube.com/watch?v=5QcfZ-h0dho

"
....
Bölük bölük olmuş çaylar dereler
....
Duvarın dibinde bir yaralı gül
Gülleri solduran gülebilmezmiş
....
Bu şehrin üstünü duman sis almış
....
Dağlar çiçek açmış
....
"

14 Ağustos 2012 Salı

Portre-Özportre Gibisinden!

Eskiden...
Beyaz bir odada, beyaz yumuşak bir halının üzerinde, bembeyaz kıyafetlerle yukarıdan bir yerden izlenen bir kız vardı...Karşısında bir pencere, pencereden yoğun bir güneş ışığı odayı doldururdu...Kız beyazdı ve yukarıdan izlenen bir fotoğraftı...

Şimdi...
Bir kaldırımın kenarına yığılmışcasına oturan kız onunla aynı bakış mesafesinden izlenen bir fotoğrafa dönüşmüş...Boş bir sokakta, kaldırımın kenarında, gelişigüzel, gri bir fotoğraf...İzleyicisi onunla aynı seviyeye gelmek için dizlerini kırmış, ardından bir yerden izliyor...Sokağın boşluğunu vurgulamak için olsa gerek bakış açısı kızın yüzünü görebilecek gibi değil...

Eskiden ışığın bolluğu değerli iken, bugün boşluğun bolluğu değerli olmuş...

3 Nisan 2012 Salı

ve kapattığın hangi pencerenin, giriş kapısını yerle bir edeceğini bilemezmişsin...

27 Mart 2012 Salı

Bir varmış, bir yokmuş...Var iken yok olanların dünyasıymış...Bu dünya ki, var olduğunu sandığımı şekliyle kalasıymış...

Adına drama dedikleri ve atolye ortamında yapılan, kişisel gelişimi de oldukça destekleyen bir takım faaliyetler varmış. Kahramanımız bu atolyeleri çok severmiş. Bir rivayete göre bu konuda söz sahibi de olmak isteyesiymiş.
Bir gün çocuk gelişimi üzerine ünvanının profesör olduğu bilinen birisi sözü almış.
- "Bence" liseye başlayana kadar çocuklara kesinlikle cep telefonu alınmamalı. Onların gelişimlerini negatif yönde etkilediğini düşünüyorum. Ancak bu benim kanaatim, bu konuda bilimsel çalışan arkadaşlarla oturup konuşmak gerek...
diyesiymiş...

O oturumda kimse bir profesör değil imiş, ancak sınıf düzeni denen bir şeyden az çok anlarlar imiş. Keşke diyesivermişler, sözü alan bu genç yaşta sayılacak profesör arkadaşımız, daha çocuk yaşlardayken bir cep telefonu olasıymış. Kendi gelişmişlik düzeyine baktığımızda, sınıfta, bir hoca var iken cep telefonunu sessiz konuma alması gerketiğini, almadıysa da sınıf ortamında o konuşmayı (üstelik de sesinin gitmeyeceğini zannederek, bir duvar köşesine sıkışıp devekuşu misali) yapmaması gerektiğini böylece çocuk yaşlarında öğrenmiş olasıymış.

O oturumun hocası sorasıymış;
- Sizin dersinizde cep telefonu çalsa ne yapardınız?

Bizim profesörden hiç ses çıkmayasıymış...

Hmmm neymiş, çocuklarımız zamanında neleri öğrenmeleri gerekiyorsa öğrenesiymiş ki, böylece büyüyüp bir gün profesör olduklarında böylesi durumlara düşmeyesiymiş.

Bu hikaye burada bitesiymiş, gelin görün ki bir başka oturumda da aynısının olmayaşını kimse garanti veremesiymiş...

2 Ocak 2012 Pazartesi

Güzel bir karşılaşma...
Bugün bir arkadaşla Filler ve Çimenler filmini konuşuyoruz, az önce filmin künyesini inceliyordum, wikipedia Derviş Zaim'in diğer filmleriyle ilgili de bilgi veriyor. 2010 yapımı, Gölgeler ve Suretler'i görüyorum, son filmi...Hiç adetim olmamasına rağmen kanalları sırasıyla değiştirmeye başlıyorum (gerçek bir zapping), TRT1'e geldiğimde, bitmiş bir filmin jeneriği akıyor, bilgi kısmında Gölgeler ve Suretler yazıyor...Artık kaçırdığımıza üzüleceğimiz zamanlarda yaşamıyoruz. Film kaçmış olmasına rağmen bu karşıalşma beni sevindiriyor. Aylak aylak gezerken gelip beni yeniden bulan bu güzel şeye seviniyorum. Hayatımın tesadüfleri hep böyle olmak durumunda olmalı, bu benim günahım veya sevabım; cennetim veya cehennemim. Her ne ise, yolda yıllardır görmediğim birine rastlamam; aylak dolaşan, havada uçuşan, insan olmayan herşey gelip bulur...Ben de sevinirim... 

1 Ocak 2012 Pazar

Orhan Pamuk, Yeni Hayat kitabını okumuştum yıllar öncesinde, sanırım üniversitenin ilk yıllarıydı ve neredeyse Orhan Pamuk okumak modaydı. Ben de o modaya ayak uydurmuştum. Zorlu geçen bir okumanın sonucundan bugün o kitaptan aklımda kalan satırlar canlanıveriyor aklımda.
"Bendim ey sevgili, ...." diye başlıyordu. "Kendi evinin ışığı yanan penceresine, karanlık sokaktan bir yabancı gibi bakan, bendim" diyor ve daha nicesiyle devam ediyordu. Bir iç hesaplaşmayı dillendiriyordu, bu kelimeler üzerinden.

Hala aklımda kalan bu kısmıyla; geçtiğim karanlık sokaktan, aydınlıkta bir tanışı görüp nasıl bir yabancıya bakar gibi bakarak geçip gittiğimi yaşıyorum kendimce. Kendi evinin ışıkları yanan penceresi gibi, karanlıktan çıkamasam da, fiziksel olarak çıktığım aydınlık yolda kitaptan o cümleler aklıma gelerek sorguluyorum durumu.

"Bu akşamki gibi karşına çıkmam ve bir yabancı gibi bakakaldığın kendi evinin penceresi" alegorileri üzerinden yeni karanlıklar başlıyor.