20 Aralık 2011 Salı

Camın sırrından öteye geçen bakışlarla diyordu ki;

- dinleyip de bunu onunla paylaşmalıyım dediğim şarkılar var...
silmeye kıyamıyorum, o severdi diyorum...

Gerçek o sırlı camın ardında mı kaldı? Bir hapsolmuşluk yada aksine başka bir dünya, sırrın öte tarafı...

Belki de 2 dünya birbirine karışmıştır...

18 Aralık 2011 Pazar

Rüya
Herşey inandığı gerçeklerin arkasında durması ve doğru bildiklerini savunmasıyla başladı. Geçtiği kapının ardındaki güzelliklerin tamamının nasıl çirkinleştiğini gördü. Büyülü kapı umduğu gibi çıkmamıştı. Geçtiği kapıyı gökkuşağının altından geçmek gibi sanmıştı. Tüm dilekleri yerine gelecekti...

Ama...

İlk karşılaştığı ve en çok görüp tanıdığını düşündüğü kişinin yüzünün güzelliğini pençeleri gölgede bırakıyordu. Tırnaklarını çıkarmış elini ona doğru savuruyordu. Neyse ki eğilmeyi akıl etmişti. Bir arkadaşının sözü geldi aklına, o da uzakdoğu felsefesinden alıntı yapmıştı, sana yumruk atmaya çalışan birinin karşısında savunmasızken neden durasın ki? Manevra yap ve kurtul. Doğru zamanda, doğru manevrayla pençelerinden şimdilik kurtulmuştu. İnandıkları ise hala değişmemişti. Değişen manevra yapması gereken zamanı kestirmesi olmuştu. Duruma adapte olma, kabullenme ve olması gerektiği gibi davranma içgüdüsü. Yanlış belki ama şimdilik doğru bulduğu bu yolda yürümeliydi.

Ardından karşılaştığı kişi ibadet ediyordu, secdede kanlı gözlerle bakıyor ve istavroz çıkarıyordu. Bu kişi daha neye inandığını bilmiyordu. Göz pınarlarında kan birikmişti, mutluluk kanları. Kızıl bakıyordu. Secdeden kalkarken de o bakışlar üzerindeydi. Zihni bu kadar bulanık ve örümcek ağlarıyla dolmuş ve ihanet içindeki bir ruh nasıl allaha bu şekilde yönelebilirdi ki? Aynı safta duran yanındakinin de kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Safları sıklaştırmışlar.

Ardından gelen kişi de namaz kılıyordu. Uhrevi insan. Bu defa gözlerin kendisinden kaçırıldığını hisetti. Utanç mı duyuyor demeye kalmadan, ayağının altında ezmeye çalıştığı bir şeyi farketti. Bir mesaj göndermeye çalışıyordu. İbadet anında dahi ince fikrinin içinde dolaşanları farketmek onu da çirkinleştirdi.

Takım elbisesiyle aydınlıktan gelen adamın kafasında garip bir şapka vardı. Şarlatana benzemişti bu haliyle. Yanından geçerken bir anda demirden parmaklar çıkarmıştı tek bir dokunuşla. Pençesini ilk gördüğü güzel kadın gibi ona doğru savurmadı. Pençelerinin olduğunu anlamasını sağlamaktı tek amacı. Zaten takılıp çıkarılabilen bir pençeydi ve zamanı geldiğinde bu pençeyi güzel kadına verecekti. Kendisi elini kana bulamayacaktı. Maşa...

Büzüşmüş garip insanlar vardı sağlı sollu loş bir koridorda. Masum bir kulaktan kulağa oyunu içindeydiler ilk bakışta. Üzerlerinde kir içinde ama cici kıyafetleriyle. Sözler kulağına çalındığında hiç de masum olmadıklarını ve kulaktan kulağa oynamadıklarını anladı. Oynadıkları kendi geleceklerine yaptıkları tuhaf bir çağrıydı, birilerinin üzerinden...O gelecek ayaklarına dolanarak gelecekti.

Korkunç rüyadan uyanmak mümkün değildi, bir karabasan. Zaman zaman uyanıyor, daha uykusunun dağılmasına fırsat kalmadan tekrar uykuya dalıyor ve aynı kabusun içinde buluyordu kendini. Zaman geçmek bilmiyordu. Yavaşladı, bütün dünya neredeyse durdu; dünyanın kendi etrafında dönme hareketiyle gece ve gündüz oluşurdu. Dünya durdu, hep gece oldu...Dönmeye başlasın ve gün doğsun...Güneşi bekliyordu...

Dünya dönmeye başlasın ve güneş doğsun; gün başlasın, tenini ısıtsın...

3 Aralık 2011 Cumartesi

Yıl 2011...
Bir nesil uzay filmleriyle büyürken ve jetgilleri izlerken bu hayallerle bolca beslenmiştik. İnsanlığın yıllardır beklediği rüya gerçek olmuştur. Artık trafiği düzenlemek için kolluk güçlerine gerek kalmamıştır. Hala karayolunu kullanan araçlar kalmış olsa bile hatrı sayılır derecede yüksekten giden araçlar da vardır artık hayatımızda.

Artık bildiğimizi sandığımız hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.

Yükseklerde, başımızın üzerinde göreceğimiz, yer yer başımızı eğerek sakınacağımız tekerler ezber bozar...

Ezberler bozuldu bile...

1 Aralık 2011 Perşembe

Bir iskele...
İskelede yürürken göremediği denize rağmen iskelenin ucuna kadar ilerledi.

Deniz yarım metre kadar aşağıda olmalıydı iskeleden, beklediğinden çok daha aşağıda kaldığı için göremediğini anladı. Ona rağmen iskelenin ucuna kadar gelebilmişti. Denizin suları mı çekilmişti? Yaşadığı dünyada bir isklenenin bu kadar yüksekte kalması olası değildi. Arkadan bir ses dedi ki; "sular çekildi, gel-giti bekle, o zaman sular yükselir."
Yaşadığı dünyada gel-gite ayda bir kere rastlanır, bir ay bekleyecek miydi? Sanki düşüncelerini okuyordu arkadaki ses, "hayır" dedi, "bu dünyada gel-git üç günde bir olur, üç gün bekleyeceksin."
Çok geçmeden arkadan geldiğini sandığı sesin, içinden geldiğini anladı. İç sesi dalga mı geçiyordu, üç gün de nereden çıkmıştı. Burası hangi dünyaydı hem?
Yabancısı olduğu bir dünyada üç günde bir olan gel-gitin fikriyle başbaşa denizin engin ufuklarına dalmayı bekledi, deniz bulunduğu noktadan çok aşağıda kalmışı.