27 Kasım 2011 Pazar

Commodore 64 olasım geliyor bazen, kesişmeyen çizgiler üzerinde kafa ayarımı yapasım geliyor.

Birileri soruyordu, birileri cevap veriyordu, birileri dinliyordu, birileri kaleme alıyordu, birileri okuyordu;

Soru : Gün içinde bozulan kafa ayarını tutturma isteği kaç kere yokluyor?
Cevap : Şu sıralar çok fazla nedense...
Soru : Hangisi? Kesişmeyen çizgiler mi, kafa ayarı yapma isteği mi?
Cevap : Her ikisi de...

20 Kasım 2011 Pazar

Tetris oynamak zihni bir süreliğine meşgul etmeye yetebiliyor. Bir neslin dönemine damgasını da vurmuştur. Commodore 64' te, grafiklerinin henüz ne kadar da kötü olduğunu bilmeksizin (henüz daha iyisini görmemiştik), keyifle oynardık çocukken, bir de kafa ayarı yapılırdı. O kafa ayarını tekrar yapabilmeyi isterdim. Çizgiler üstüste gelmeli, birbirlerine de paralel, asla kesişmesin, kafa ayarı tutmazsa tekrar yaparsın. Zahmetli ve zaman alıcı bir süreç, üzerine dakikalarca oyunun yüklenmesini beklemek de cabası.
Çok değil kısa bir süre sonra amiga 500 ile tanışıyorduk, hız ve disket teknolojisi giriyordu hayatımıza ve alabildiğine virüs :) İanılmaz grafiğine arka planda Rusya'dan görüntüler ve eşsiz Rus klasik müzikleri eşlik ediyordu oyuna. Commodere'dan sonra grafiği eşsiz gelmişti tabi, pentium çıkana kadar. 70'lerden sarkarak gelen, 80'lerin özellikle filmlerine konu olan çekişmeler tabi ki oyunlara da yansıyacaktı, tetriste en son bölümde blokların düşüşü hızlanır, arka planda uzaydan bir görüntü gelirdi, ABD-Rusya çekişmesine gönderme. Çocuk aklı o zaman sadece düşen blokların peşinde, ne bilsin?
O zamanlar biz çocuk aklımızla yapmak istediğimizden emin olduğumuzdan, bilgisayar bize hiç sormazdı "yeni bir oyuna başlamak istediğinizden emin misiniz?" diye. Şimdi mütemadiyen bu soruyla karşılaşıyorum, en çok da yeni bir oyuna ve emin misin? kısmına takılıyorum. Cümleyi kendi içinde defalarca öğelerine ayırıyorum. Neye? yeni bir oyuna. Ee tamam da niye? Bu soruya yanıt veremeyen bir cümle yapısıyla başım derde giriyor.
Bugün bilgisayarda hangi işlemi yapmak istesek "emin misin?" diye sorma gereği duyuyor. Sürekli kendisinden şüphe etmesi gereken bir nesil mi yetiştirmeye çalışıyorlar. Volswagen'di galiba, Bill Gates'e şöyle bir cevap vermişti zamanın birinde, bizim arabalarımız kaza tehlikesinde hava yastıkları açılırken emin misin? diye sormuyor en azından.

Yeni bir oyuna başlamak istediğimizden emin miyiz? Peki, niye?

19 Kasım 2011 Cumartesi

Tanımlanmış alan ve zamanlar içinde dönüp dururken hayat ve ansızın tanımsız bir şekilde karşısına çıkan biriyle kurduğu sohbet, onu hiç ummadığı yerlere ve zamanlara götürecekti. Bunlardan habersiz bir köşeyi döndü, sonra bir başka köşe daha ve bir başkası...Köşeler arttıkça keskinleşti hatlar, konuşmalar, davranışlar. Yer ve zaman değiştikçe değişti, gitti geldi, gitti geldi, farklı zamanlar ve yerlere.

Tazecik döndüğü bir köşenin ardından söylediği cümlenin altında bir anda ezildi. O cümlenin şahin bir arabadaki mavi neon ışıklar ve ön konsüldeki peluş örtü gibi duracağını düşünememişti. Böyle anlaşılacağını düşünse asla öyle bir cümle kurmazdı, kuramazdı. Bu cümle yaşadığı dünyaya ait değildi ve olamazdı. Yaşadığı dünyayı mı anlayamamıştı? Zaman zaman bir şeyleri yanlış anlayabiliyor ve yanlış kanaatler geliştirebiliyordu, aslında olduğu yer, sandığı yer değil miydi yoksa? İrkildi bu düşünceyle. Kendini kendiyle kandırılmış hisetti. Oyun evrenine hoşgeldin. Tüm bir yaşam, kendi kendisiyle oynadığı kuralları kötü, bozuk, yanlış bir oyuna dönüşmüştü.

Başka bir zamanda, başka bir yerde, başka biri olmak istedi...

18 Kasım 2011 Cuma

Bildiğinizi düşündüğünüz herşeyi bir kenara bırakın.
Bu hayat;
makine örgüsü yeşil bir kazak ve üzerine bir deri monttan ibaret.
Biraz sakal, biraz küpe, biraz göz makyajı...
Fazlası değil, hayatı bu kadar basit algılayıp, bu kadar basit yaşayabilmekte...
Zaman zaman arabesk, zaman zaman entellektüel...

Biraz ben, biraz sen, biraz o, biraz başkası olabilmek belki de...

17 Kasım 2011 Perşembe

Biraz ben oldum, biraz başkası, biraz o...
Bakarsın bir gün birine bir faydam dokunur...
Biraz o olurum, biraz ben, biraz başkası...
Bakarsın bir çocuk olur, eteklerimden çekiştirir
Biraz o olurum, biraz ben, biraz başkası...


Biraz ben oluyorum, biraz başkası...biraz o

3. tekil şahıs gibisinden...

7 Kasım 2011 Pazartesi

En uzak iklimlerin en soğuğunu getir...

Sevgili Şule'den geldi bugünün sözü "kırılganlığın senin gücündür" pina bauch...
Tıpkı Nietzsche'nin söylediği gibi "beni öldürmeyen acı güçlendirir"

Bu sözlere şu müzik eşlik etsin, kanın soğuk yüzü ile Dexter'ın karanlığının sıcak yüzü içinizi ısıtsın...
http://www.youtube.com/watch?v=kGAI0qLQw2E&feature=results_video&playnext=1&list=PL04F828AC003D5731

Çok uzak değil bizim evin bahçesi...Bir asma dalı, bir bahçe duvarının demiri, biraz kir...biraz net alan derinliği, biraz konuya yaklaşmak, biraz kontrast...
Artık nesneleştiği görüntü içerisinde gösterdiklerinden farklı; asmanın huyudur sarılmak, sarmaşıkgillerin özelliklerini taşır, meyvesi de vardır, insan tarafından tüketilebilir ve hatta dönştürülebilir. Sağlamdır ve de esnek; çocukluğumdan anımsıyorum, salıncak gibi kullandığımız büyükçe bir asmayı, o da yanındaki büyük ceviz ağacına sarılmış, onunla yaşardı...Seçtiği eş duruma göre değişir; ilginç, yeri geldiğinde doğadan, kendinden bir parçayken; yeri geldiğinde insan eliyle yapılmış tamamen yapay bir parça da olabilir. Ne değişir? Asma hala bildiğin asma, esnekliğinin altını çiziyordur belki bu tutumuyla...

"O"... 

6 Kasım 2011 Pazar

Bildik günlerden biri daha yaşanıyordu, tanımlanmış alanlar ve tanımlanmış zamanlar...

Sifonu çektiğinde oraya ambalajıyla birlikte attığı kahveyi unutmuştu, tıkanan klozetle birlikte taşan suyu hükümsüzce izledi...Ayaklarına kadar geldi, suyun içindeydi artık, su berrak görünüyordu ama taştığı yeri düşününce içi almadı bir an. Geçmişin karanlığı gibiydi. Karanlık yanına baktı, bir de suya. Su berrakmış gibi yapabiliyordu en azından, laboratuar incelemeleri her ne kadar da aksini söyleyecek olsa da...Karanlığını bir laboratuara gönderse içinden neler çıkardı acaba? 

Su gibi maddenin bir hali olmak istedi,
akıp gitmek istedi,
kimsenin ayağına dolanıp kalmadan...

"O" öznesi...

4 Kasım 2011 Cuma

huzur çok uzaktan değil yakından bir yerden geliyor...

http://www.youtube.com/watch?v=wEcEjNsn1Io

Gönül diyor kaçanı kovalarmış yada bir güvercin misali, bırak gelirse senindir gelmezse zaten hiç senin olmamıştır klişeliryle yaşıyoruz hayatı. Bu hayatın başka gerçekleri de var, fısıltı halinde; duyamazsın bile...Sessizliğe gömülüpte fısıltıları duymaya başladığında gerçekler gelir seni bulur. Ve sıra gelir gerçek nedir? sorusunun yanıtını bulmaya. Öğretilmiş değil, ezber bozanlarda gizil güçler...Ezberi bozmaya geldim, bozuyorum, büyüklerimden birisi (ne kadar büyümüş olsam da hala benden büyükler var) asi olduğumu düşünüyor, kuralları bozmaktan başka bir şey bilmez misin? diyor...Kurallar kurulmuş olmakla ilgili, bir makine olmalı kurulabilmiş olmak için. Geçtiğimiz günlerde çocuklar için oynanan bir oyuna eşlik ettim, grup yetişkindi, oyun çocuklar içindi, hepsi birer kurmalı oyuncaktı ve kendilerini kurarak müzik eşliğinde oldukları oyuncağın hareketlerini yapıyorlardı. Öğretilmiş, kodlanmış hareketler. Özgün olmak nerede? yada kendi ifade dilini geliştirmek?...

Perdeler çekildi...Sokak lambasının ışığı vuruyor ardından...Platon'un mağara alegorisindeki gibi bir görünmezlik ve bilinmezlik vuku buluyor çekilmiş perdenin ardında...Yerinden doğrulup perdeyi açıp bakamıyorsun ardında ne olduğuna...Tembellikten mi? güvensizlikten mi? kendine çok daha fazlasıyla güvenmekten mi? egon mu? aymazlık mı yoksa? Hareketsizliği sağlayan her ne ise, çekilmiş perdeyi gecenin karanlığında bilinmezliği ile bırakıyor, gerilerde bir yere...

3. tekil..."O" öznesi...oldukça gizli...

3 Kasım 2011 Perşembe

Negatif mi? Pozitif mi?
Fotoğrafın tüm dilleri hayata dair izler içeriyor. Terminolojide bile bulabiliyoruz. Şu fotoğrafa baktığımda ruhumu görecekmişim gibi hissediyorum, içimden geçip dışıma çıkacakmışım gibi. Uzamda kapladığım yer şu negatif görüntüde görünenden fazlası değil. Fotoğraf nesneleştirir der ya Susan Sontag, haksız da değildir bir yerde, bir görüntü olarak nesneye dönüşmek hiçliğe giden yolda ilk adımdır belki de...

Bir neslin hiç fotoğrafının olmadığını düşünmek ürkütüyor bazen beni, Hayatın Tuzu filmi geliyor aklıma, tüylerim ürperiyor...Ölmüş bir küçük kızın hiç fotoğrafı çekilmemiştir o güne kadar, ailesinin elinde ona dair hiç bir görüntü kalmamıştır. Köyün imamı bütün ülkede kıza benzeyen bir yüz bulmanın arayışına girer, fakir aileye bir teselli olsun ister.

Negatif mi? Pozitif mi?
Hem negatif,
hem pozitif...

Gerçek bir 3. tekil şahıstan...O gizli öznesine, bu gizil nesneden....